18 Şubat 2010 Perşembe

15 Şubattan devam...

Pazartesinden beri yaşadığımız şeyin alışılmadıklığından dolayı kafayı toparlayamamaktan yazma fırsatım olmadı. Anlatılması gereken bu değil ama olayı bağlamak açısından kısaca şunu söyleyebilirim ki döndüğümüzde geride bıraktığımız ceset tabi ki bıraktığımız yerde değildi, artı hasanpaşa gazhaneden kurbağlıderenin feneryolu çıkışına kadar uzanan (muhtemelen zamanında fabrika atığı için kullanılmış) bir tünel varmış.

Yılların kömür posası kokusunun hoş olmayan refakatinde, her an olası bir saldırının gerginliğiyle tüneli sonuna kadar devam ettik. Saldırganımızın varlığına dair herhangi bir ipucu yoktu, fakat ona ulaşmamıza yardımcı olan böcekten belki milyonlarcasına rastladık. Sadece onlar değil, daha önce hiçbir ansiklobedide karşılaşmadığımız türden deniz omurgasızı burda ufak çapta bir ekosistem kurmuşlar. Deniz kanalıyla gelip mutasyona uğramış olma ihtimallerine dair biraz kafa yorduk, fakat bunu neyin tetiklemiş olabileceğine dair bir sonuca ulaşamadık. Kömür gazının herhangi bir bilinmeyen mutajen etkisi olma ihtimali daha sonra araştırılmak üzere not alındı. Fakat esas yazmam gerekenler o günden beri kafamızı kurcalayan hadise üzerine.

Tünelden çıktıktan sonra, çekmemesinden dolayı bize 3 kere ulaşmayı deneyip başaramayan numarayı geri aradık ve Oğuzhanın yaptığı kısa konuşma esnasındaki yüz ifadelerinden anladığımız aciliyetle, bize verilen şaşırtıcı yakınlıktaki adrese gittik.

Sokağın girişinde bizi civardaki apartman sakinleri karşıladı, gecenin bir yarısı anlam veremediğimiz bir telaş vardı. Gitmemiz istenen apartmanın önündeki bir kalabalık tarafından özellikle ilgileniliyormuş gibi görülen genç bir bayan, bizi görür görmez ellerinden kurtup hüngür hüngür ağlayarak üzerimize atlıldı. Yakamızdan çekiştirirken hıçkırıkları arasında "O"'nun sadece küçük oğlu, güzel yavrusu olduğuna ve onu rahat bırakmamız gerektiğine dair histerik bir takım haykırışlar seçiliyordu. Batuhan kadını sakinleştirmek için bir kenara ayırırken, sokaktakilerin kadının komşuları olduğunu ve onlar tarfından çağrıldığımızı öğrendik. Ozi ve ben apartmanın arka tarafına doğru eşlik edilirken kadının ne zaman nerden geldiği belirsiz, yalnız yaşayan bir kadıncağız olduğu hakkında bilgilendiriliyorduk. 3 sene önce mahalleye taşındığında hamileymiş. Ne zaman ne ara doğum yapmış kimsenin bir fikri yok. Kokudan ve gürültünde şikayetler neredeyse 1 sene önce başlamış... Bu esnada apartmanın arkasına ulaştığımızda kafamızı kaldırmamız istendi; 4. kattaki pencerelerden birinden yaklaşık 1 metre kalınlığında ahtapot kolunu andıran bir uzuv çıkıp yan apartmandaki pencerelerden birine giriyordu.

İkimiz hemen merdivenleri çıkıp daireye girerken aşağıdan hala kadının küçük oğlu hakkındaki haykırışları geliyordu. Bütün apartman boşalmıştı.

Soğukkanlılığımızın sınırlarını zorlarken bir yandan sakin kararlar almamız gereken anlık durumlarda, ekibimizde derin dondurucu potansiyeline sahip birinin olması sanırım Batuhanla her gece dua ettiğimiz bir şey. Bu yüzden haddimi bilerek Sarıyı 2 adım geriden takip ediyordum. İçeriden gelen homurtuyla gıcırdama arasındaki sesi duyunca odanın eşiğine 2 metre kala durduk. Koku tarifin ötesindeydi. Oğuzhan bana baktı, elimle devam et işareti yapıp eşiğin yanındaki duvara sırtımı dayadım. O odanın içine doğru sakin adımlar atarken gözlerimi kapadım. Şu an içerde olmalıydı, piçin en boktan anlarda bile çıt çıkarmamasından o kadar nefret ediyorum ki...

Hala içerde, tek kelime etmiyor. Gıcırdamalar. Ve akabinde başlayan net bir arbede sesi. Artık fazla çarem olmadığı için nefesimi tutup odaya dalıyorum.

Karşı duvarın sağ alt süpürgeliğinden kartonpiyere, oradan da solda odanın köşesine, ilk bakış açımın sınırlarına doğru uzanan insan kolundan bozma birşey var. duvarla kaynaşmış ve örümcek ağı gibi damarlar her yere dağılıp betonun ve parkenin içine nüfuz etmiş. Yerde yapış yapış, kaygan ve koyu renk bir sıvı var. Kafamı hafifçe sola çevirirken odanın sol üst köşesinde 50cm çapında bulanık renkli parlak bir küre görüyorum, birbirine dikili çuvalları andıran bir et yığınının içine gömülmüş, göz olmalı.. ve işte ağız da hemen 1 metre aşağısında, ucunda ekmek bıçağı büyüklüğünde kemik çıkıntılarıyla koridor gibi simsiyah bir delik. Sarı ona doğru sürükleniyor. Baktığım 1 sn için yeterince ayrıntı yakaladığıma inanıp başımı eğiyorum, sonra birşey beni ayak bileğimden kavrayıp karşı duvara vuruyor. Yavaşça tavana doğru kaydırmaya başlıyor.

Karşı koyuşumuza dair ilk hareketi ancak Ozi yapabilirdi zaten, bıçağını çekip bir yerlere sapladı ve "şey"in canını yakmayı başardı. Yani hoperlörden çıkmışa benzeyen çığlıktan bu çıkarımı yaptık. Buna paralel bileğimi yakalayan uzuvlar gevşedi ve kafa üstü yere düştüm. Oğuzhan koşarak yanıma geldi, toparlanabilmem için birkaç saniye gerekliydi fakat odanın 4 yanından bir kırbaç gibi üzerimize atılan tendon ve damar demetini görünce bunun çok uzun bir zaman dilimi olduğunu anladım. Bir sonraki anda her yöne doğru çekiliyordum. Yapabileceğimiz fazla birşey yoktu, zaten bu işe de kafamızda bir "odayla" dövüşme planları yaparak kalkışmamıştık.

Hala biraz dua hakkımız kalmış olmalı, ya da sandığımızdan daha düşünceli ki tam bu esnada Batuhan, Ekber'le birlikte odaya girdi. Kim ne derse desin ekibimizde en çok Ekber'i seviyorum, az konuşup işini yapıyor. Fakat sanırım daha çok ne Batuhan'ın ne de Oğuzhan'ın saniyede 20 tane 12lik fişek atma yeteneği olmadığı için. Batuhan, içinde kabaran sinoplu eşkıya atalarının damarıyla eşiği kendine siper alıp etrafımızı saran şekilsiz et yığınının bihayli canını yaktı. Yani, her tarafa fışkıran kandan bu çıkarımı yaptık. Daha sonra bir zamanlar kafatası olan ve şiddetle içinde hala bu kütleyi yöneten bir beyin olduğunu umduğum deformasyonun gidip te odanın neresine kaynadığını bulması hususunda yardımcı oldum, tabi Ozi'yle ben kendimizi güvenli bir yere attıktan sonra. Batuhan, gösterdiğim yerde yan odaya bir kapı açıcak kadar ateş ettikten sonra hayatımda karşılaştığım tereddütsüz en iğrenç şey biraz daha geğirip sustu... Sonsuza dek....

Olaydan sonra bu güne kadar geçen süre bürokrasi ve polisle münasebetlerimizle harcandı. Ne olaydan sonra hastaneye kaldırılan, katlettiğimiz şeyin biricik annesiyle; ne de polisin resmi izniyle 3 gündür olay yerinde inceleme yapan Yağız'la iletişime geçme şansımız oldu. Ama zaten 3'ümüzünde istediği şeyin bir süre kafa toparlamak olduğunu sanıyorum. Ayrıntılardan haberdar edicem.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder